BİLGE FORUM - Forum Bilge
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
HomeLatest imagesSearchRegisterLog in
Latest topics
» MODİFİYE ARAÇ RESMİ
Roma Uygarlığı Puce-p11by Saliha Thu Jun 04, 2009 10:28 am

» ESER-YAZAR EŞLEŞTİRMELERİ (ÖSS'YE HAZIRLIK)
Roma Uygarlığı Puce-p11by Saliha Thu Jun 04, 2009 9:41 am

» Cezmi (Namık Kemal)
Roma Uygarlığı Puce-p11by Saliha Thu Jun 04, 2009 9:19 am

» İntibah (Namık Kemal)
Roma Uygarlığı Puce-p11by Saliha Thu Jun 04, 2009 9:16 am

» Zehra (Nabizade Nazım)
Roma Uygarlığı Puce-p11by Saliha Thu Jun 04, 2009 9:14 am

» Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (Peyami Safa)
Roma Uygarlığı Puce-p11by Saliha Thu Jun 04, 2009 9:11 am

» Eğitim-öğretim sürecinde sınıf tekrarı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Roma Uygarlığı Puce-p11by JOKER Thu Jun 04, 2009 8:46 am

» Yabancı dil öğretiminin 4.sınıf başlamasını nasıl buluyorsunuz?
Roma Uygarlığı Puce-p11by JOKER Thu Jun 04, 2009 8:43 am

» Meb'in derslerde müfettiş denetimini kaldırmasını nasıl buluyorsunuz?
Roma Uygarlığı Puce-p11by JOKER Thu Jun 04, 2009 8:42 am

» E-Okul sistemini başarılı-yararlı buluyor musunuz?
Roma Uygarlığı Puce-p11by JOKER Thu Jun 04, 2009 8:39 am


 

 Roma Uygarlığı

Go down 
AuthorMessage
JOKER
Admin
JOKER


Mesaj Sayısı : 335
Rep : 2
İtibar : 783
Yaş : 33
Nerden : Tekirdağ

Roma Uygarlığı Empty
PostSubject: Roma Uygarlığı   Roma Uygarlığı Puce-p11Tue Jun 02, 2009 12:22 am

İÇİNDEKİLER
GİRİŞ
BÖLÜM 1
ROMA TARİHİ

1.1. ROMA’NIN DOĞUŞU ve İLK ZAMANLAR

1.1.1. Dağınık Köyler Roması
1.1.2. Yedi Tepeler Roması
1.1.3. Etrüsk Krallar Roması

1.2. KRALLIK DÖNEMİ

1.2.1. Senatus
1.2.2. Curia
1.2.3. Ordu
1.2.4. Ziraat
1.2.5. Zenaat ve Ticaret
1.2.6. Hukuk

1.3. CUMHURİYET DÖNEMİ

1.3.1. Senatus
1.3.2. Curia ve Centuria

1.4. İMPARATORLUK DÖNEMİ

BÖLÜM 2
ROMA UYGARLIĞI
2.1. DİN
2.2. HUKUK
2.3. EDEBİYAT
2.4. MİMARLIK

BÖLÜM 3
ROMA UYGARLIĞI
3.1. MİMARİ
3.2. HEYKEL
3.3. RESİM
3.4. UYGULAMALI SANATLAR




GİRİŞ

“ Roma’nın tam olarak nasıl kurulduğunu unuttuktan uzun bir süre sonra, İ.Ö. son üç yüzyıl içinde yaşayan Romalılar doğuşları ve erken tarihleri konusunda bir masal uydurdular. Bu efsaneye göre, Tanrıça Venüs’ün oğlu ve Romalılar’ın atası olan Aeneas İ.Ö. 1184 yılında Truva Yunanlılar tarafından yağma edilince yanına oğlu İulus ile bazı taraftarlarını da alarak buradan kaçar. Kartaca yoluyla İtalya’ya gelen Aeneas, yanındakilerle oranın yerli halkının oluşturduğu ve bugün Latinler dediğimiz bir ulusu. İleriki yıllarda Romulusunda yetişeceği bir sülale kurarak, yönetmeye başlar. Yeni bir yerleşim merkezi yaratmak isteyen Romulus ise İ.Ö. 753’de kutsal bir hendek kazarak Roma kentinin sınırlarını belirler. Romulus’tan sonra yerel isimlerle anılan dört kral hüküm sürer. Bunları ise Kuzey İtalya (Etrüsk) kökenli ve sonuncusu da “gururlu” Targuinius diye bilinen üç dehşet izler. Üçüncü despotun kovulmasından sonra İ.Ö. 509 yılında ise, senato, Magistralar (konsüller) ve halk meclisinden oluşan, adına da Cumhuriyet denilen küçük bir Roma devleti kurulur.

Arkeologlar ve tarihçiler bu söylencenin arkasında biraz gerçek payı bulunduğunu kabul ederler. Aeneas ve onun İtalya ile olan bağlantıları tamamen düş ürünü, gibi gözükmektedir. Daha da önemlisi, Roma’nın bulunduğu yer İ.Ö. 8. Y.y ‘da bir yerleşim merkezi olmuş ve Etruria gibi, birleşik bir kasaba şeklini almıştı ki, bu tarihte sözde Etrüsk yönetimi ile tam aynı zamana rastlar.

Genç Cumhuriyet, İtalyanlar, Etrüskler ve yağmacı Keltler ile başetmek zorunda kalır. Ekonomileri ticaret ve tarıma dayanır; ayrıca savaşlar sonucu toprak ve ganimet toplarlar. Varlıklarını sürdürebilmek için savaşan ve güçlüklere alışan Romalılar İtalya’yı zaptetmeye başlarlar. İ.Ö. 3. Y.y’da ise İtalya dışında seferlere başlayarak Sicilya, Sardinya, İspanya ve Yunanistan İ.S. 43 yılında İngiltere 106’da Romanya (Daçya) ve Ürdün’ü alarak İmparatorluğun eyaleti durumuna getirirler.

Bu büyük genişleme doğal olarak, önemli bazı sonuçlar doğurdu. Cumhuriyet yönetimi çöktü ve bir iç savaştan sonra Augustus (İ.Ö. 31-İ.S. 14), Senato ile konsülleri işbirliği yapmaya zorlamak için ordunun desteğini kullanan tek yönetici, yani imparatorlar, çığırının birincisi olarak ortaya çıktı. Bu imparatorlar Roma ve Batı Akdeniz bölgesini 476 yılına kadar yönettiler, kendilerinden sonra gelenler ise giderek küçülen ve önemini yitiren doğu eyaletlerini Bizans İmparatorluğu olarak 1453’e kadar ayakta tutmayı başardılar” (Colledge, 1982, s.3).
Back to top Go down
https://arkadasim.forum.st/
JOKER
Admin
JOKER


Mesaj Sayısı : 335
Rep : 2
İtibar : 783
Yaş : 33
Nerden : Tekirdağ

Roma Uygarlığı Empty
PostSubject: Re: Roma Uygarlığı   Roma Uygarlığı Puce-p11Tue Jun 02, 2009 12:22 am

BÖLÜM 1
ROMA TARİHİ

1.1. ROMA’NIN DOĞUŞU ve İLK ZAMANLARI

Roma’nın en eski devirlerinden hemen hiçbir tarihi vesika bize kadar gelmemiştir. Bununla beraber, Roma’nın Cumhuriyet devrinden beri mevcut olan resmi tarihinin baş taraflarında bu hususta bir hayli malümat verilmiktedir. Anlaşılıyor ki, Romalılar çok eski devirlerden bazı hatıraları sakmlamasını bilmişlerdir. Bizim de işte, Roma’nın en eski zamanları hakkında başlıca bildiğimizi bu efsanesi tradisyon teşkil etmektedir. Bu tardisyon hakiki vakıalarla ne dereceye kadar uyduğunu anlayabilmek için ise, bunu, hiç değilse ana hatlarıyla gözden geçirmek lazımdır.

Romalılar’ın inandıkları bu efsanevi tradisyona göre Roma, anadolu’da Çanakkale boğazında, bugün Hisarlık denilen yerde harabeleri meydana çıkarılan eski Troia şehri prenslerinden Aeneas’ın ahfadı tarafından kurulmuştur. Troia şehrinin Aka’lar tarafından tahribi sırasında kaçıp kurtulan Aeneas, adamlarıyla birlikte Akdeniz’de bir müddet dolaştıktan sonra, Batı İtalya’daki Latium sahillerine çıktı. O zaman burada kral Latinus hüküm sürüyordu. Aeneas onunla anlaşarak kızı Lavinia ile evlendi. Aeneas ile birlikte Troia’dan gelmiş olan oğlu Ascanius ise daha yukarıdaki Alba şehrini kurdu. Ascanius’un ahfadı uzun zaman burada hüküm sürdüler. Bunlarda Procas öldüğü zaman Numitor ve Amulius adında iki çocuk bıraktı. Amulius büyük kardeşi Numitor’u tahttan attı ve kardeşinin kızı Rhea Silvia’yı Vesta tapınağına rahibe yaptı. Fakat alınan bu tedbire rağmen kız harp tanrısı Mars’tan ikiz oğlan çocukları doğurdu ve bunlara Romulus ve Remus adlarını koydu. Amulius bunu anlayınca çocukları bir sepet içerisinde Tiber nehrinin sularına bıraktırdı. Fakat çocuklarsahile sürüklendiler. Dişi bir kurt tarafından emzirildiler. Sonra da birçoban tarafından büyütüldüler. Delikanlı olunca Alba şehrine gidip, Amulius’u öldürdüler; Numitor’u tekrar tahta çıkardılar ve bundan, Tiber nehrinde sahile sürüklendikleri yerde bir şehir kurma müsaadesini aldılar. Fakat bu işe başladıklarında aralarında anlaşmazlık çıktı. Romulus Remus’u öldürdü ve kendi başına, Palatinus tepesinde Roma şehrini kurdu (M.Ö. 753).

Bugünkü bilgimize göre şehir üç safhada gelişmiştir. Bunlar Dağınık Köyler Roma’sı, Yedi Tepeler Roma’sı ve Etrüsk Krallar Roma’sı.

1.1.1. Dağınık Köyler Roma’sı:

Arkeolojik buluntular gösteriyor ki M.Ö. 10. Y.y’dan itibaren, yahut da bundan az sonra, civarındaki İsguiliae tepesinin katı yamacında da yeni bir köy kuruldu. Daha sonra, M.Ö. 9. Ve 8. Yüzyıllarda öteki tepelerde de bir sıra köyler meydana geldi. Bir tanesi müstesna, bütün bunlar, Latin yerleşmeleridir; o tek köyde Sabinler tarafından kurulan Ouirinalis tepesindeki iskan yeridir. Bu köy ötekilerden büyükçe idi ve halkı da, kendi kabile âdetlerine göre ölülerini gömüyordu. Bunlar mezarlarında ayrı bir yerde yapmışlardı. İşte Roma topraklarındaki bu dağınık köyler, Roma’nın inkişafında ilk merhaleyi teşkil etmişlerdir.
Back to top Go down
https://arkadasim.forum.st/
JOKER
Admin
JOKER


Mesaj Sayısı : 335
Rep : 2
İtibar : 783
Yaş : 33
Nerden : Tekirdağ

Roma Uygarlığı Empty
PostSubject: Re: Roma Uygarlığı   Roma Uygarlığı Puce-p11Tue Jun 02, 2009 12:22 am

1.1.2. Yedi Tepeler Roma’sı:

Sekizinci yüzyıl sonunda bu köylerde bir değişme oldu. Bunların sakinleri federatif bir hayata girdiler. Yeni yedi tepeler halinde birleştiler. (Palatinus, Capitolium, Aventinus, Caelius, Esguiliae, Viminali, Quirinalis). Bu fedarasyon Roma’nın inkişafında ikinci merhaleyi teşkil eder. Roma M.Ö. 7. Yüzyıl ortasında ki Etrüsk hakimiyetine kadar böyle kalmıştır.

1.1.3. Etrüsk Krallar Roma’sı:

“ Tarih gösteriyor ki insan topluluklarının hayatı her zaman ve her yerde sert ve katı olaylarla değişmektedir. Yedi tepeler Roma’sının hayatını da böyle bir hadise değiştirmiştir. Bu olay, Etrüsk idaresi altında tarihe mal olmuştur. Gerçekten üç asırdan beri burada Latinler Etrüskleri kolladılar. Fakat nihayet bu kudrete karşı daha fazla mukavemet edemediler. Malumdur ki Etrüskler 7. Yüzyıldan itibaren genişlemeye başlamışlardı. İki veçheli olan bu genişleme esnasında Etrüskler Tiber nehrini geçerek Latiumu istila ettiler ve bir buçuk asır kadar buralarda kaldılar. Bu arada tabiatıyla Roma’yı da ele geçirdiler. Binaenaleyh tradisyonda Roma’nın son üç kralının Etrüsk menşeli olması uydurma bir şey değildir. Tarihi vakalara uymaktadır. Filhakika adları Tarquinius Priscus, Servius Tullius ve Tarquinius Superbus olan bu Etrüsk krallarının Roma’nnın bundan sonraki gelişmesinde büyük rolleri vardır” (Demircioğlu, 1993, s.43).

1.2. KRALLIK DENEMİ

“ Patrici ve Pleb diye ikiye ayrılan Roma halkının içinde yaşadığı en eski Roma devleti ise Krallık rejimi altında bulunan bir şehir devleti idi ve bunun bütün hususiyetlerini taşıyordu. Fakat bu devlette teokratik bir nizam yoktu. Çünkü burada kral (rex), tanrı veya tanrının vekili değildi. Bir bakıma Roma cemaatinin vücuda getirdiği büyük ailenin babası demek olan kral, devletin siyasi, askeri, adliye ve dini şefi, başka bir deyimle, en yüksek idare amiri, en yüksek komutanı, en yüksek hakimi ve en yüksek rahibi idi. Kralın bütün bu salahiyetleri ise onun tam hukuklu vatandaşlardan aldığı bir emretme kudretine dayanıyordu. Ancak derhal söylemek lazımdır ki, bunda örf ve adetler hukuku ile bağlı idi. Gerçekten kral burada verasetle devletin başına geçemezdi. İhtiyarlar meclisinin teklifi ile Curia meclisi tarafından seçilir ve kendisine emretme yetkisi verilirdi. Kral yapacağı işlerde de ihtiyarlar meclisine danışırdı. Öldüğü zaman ise, yenisi gelinceye kadar, her beş gün için bir geçici kral intihap olunurdu” (Demircioğlu, 1993, s.54).

“ Roma kent devletinin ilk kralı savaşçı ve teşkilatçı bir lider olan Romulus’tur. Halkı Patrici ve Pleb olarak iki sınıfa ayırmış, senatoyu kurmuş, bir ordu tüzüğü oluşturmuştur. Kenht nüfusunu artırmak için her taraftan mülteci kabul eden Romulus, komşuları Sabinler’i, aileleri ile birlikte davet ettiği bir eğlence sırasında, adamlarının Sabih kızlarını kaçırmasına göz yumunca, Sabinler ve Romalılar arasında savaş çıkmışsa da kaçırılan kızların araya girmesi sonucu yarım kalmıştır. Bundan sonra, Romalılar ile Sabinler, Romulus ve Babin kralı Tatiusun ortak yönetimi altında tek bir devlet olarak birleşmişler, bir süre sonra Tatius ölünce Romulus, bir fırtına sırasında kayboluncaya kadar devleti tek başına yönetmiştir. Kayboldumkan sonra Romalılar’ca Quirinus adı ile tanrılar katına yükseltilmiştir” (Turani, 1995, s.89).

1.2.1. Senatus:

Eski Roma devletinin iç teşkilatında kraldan sonra senatus denilen ihtiyarlar meclisini görüyoruz. Üyeleri kral tarafından gens’lerin ihtiyar başlarından ömür süresi ile seçilen bu senatus, kralın hakkında krala tavsiyelerde bulunur. Curia meclisinden geçmiş kararlar hakkında krala fikrini bildirirdi. Fakat senatus nihayet bir danışma meclisi olduğu için kararları kralı bağlamazdı. Nitekim Etrüsk krallar zamanında senatus danışma bakımından bile pek rol oynayamamış, hatta tiranlaşan son Etrüsk kralı zamanında belki de hiç toplanmamıştır. Bu kurul Cumhuriyet döneminde geniş salahiyetler kazanacak ve devletin başlıca organlarından biri olacaktır.
1.2.2. Curia:

Eski Roma’da bir de Curia birliklerine dahil tam hukuklu vatandaşların (Patrici) biraraya gelerek genel işler hakkında karar verdikleri Curia meclisi denen bir meclis vardı. Curia meclisi tam bir halk meclisi olmamasına rağmen, en eski Roma’nın biricik teşrif meclisi idi. Bu meclis vatandaşların biraraya gelip fert olarak oyunu kullandığı bir meclis değil, bir topluluklar meclisi idi.

1.2.3. Ordu:

Görünüşe göre ordu, şehirdeki üç tribustan toplanan askerlerden kurulmuştu ve tamamıyla Patricilerden terekküp ediyordu. Ordu her biri biner kişilik legio’ya ayrılmıştı. Esas sınıfı piyade teşkil ediyordu. Fakat ayrıca süvaride ilave edilmişti. Piyadelere tribunus militum, süvarilere de tiribunus ceterum denilen komutanlar komuta ediyordu. Bunların hepsinin başında başkomutan olarak kral bulunuyordu.

1.2.4. Ziraat:

Krallık devri Roma’sının hayatı esas itibariyle ziraate dayanıyordu. Görülüşe göre burada hem tarla hem de bahçe ziraati beraber yürütülmüştür. Fakat o zamanlar bilhassa koyun ve sığır yetiştirmeğe çok müsait olan bu topraklarda hayvancılıkta uzun müddet mühim rol oynamıştır.

1.2.5. Zenaat ve Ticaret:

Roma’da ilk zamanlarda daha ziyade kapalı ev iktisadiyatı olduğu anlaşılıyor. Zenaatlerden de, ilk önce el zenaatleri önem kazanmıştır. Hatta loncalar kurulmuş olduğuna dair emareler bile mevcuttur. Bunlar arasında mesela kunduracılar, dülgerler, bakırcılar, çömlekçiler, kuyumcular, flütçüler sayılabilir.

Roma ticaret bakımından da ilk zamanlarda geri kalmışa benziyor. Bu belki de uzun zaman ayni mübadele içinde kalmasından olmuştur. Gerçekten Roma ayni mübadeleden para mübadelesi içine ancak M.Ö. 5. Yüzyılda geçebilmiştir.

1.2.6. Hukuk:

“ Adalet terazisinin mukaddes bir cephesi vardı. Çünkü bu iş, tanrıların iradesine dayanıyordu. Ceza hakkındaki hükümler bakımından gene on iki levha kanunlarının maddelerindeki çok eski izler bize bazı ipuçları vermektedir. Bunlar da yanaşmasını müdafaa etmeyen efendiye, yalıncı şahitlik yapanlara, hububat çalanlara, ana baba öldürenlere verildiği görülen ağır cezalar hep eskiden kalma olacaktır” (Demircioğlu, 1993. S.61).

1.3. CUMHURİYET DÖNEMİ

“ Etrüsklerin güneyde Grek saldırıları sonucu zayıfladığını gören Roma’nın yerli halkı, kentin son Etrüsk kralına karşı ayaklanmış ve kral Roma’yı terk etmek zorunda kalmış, yönetimi ele alan Latin aristokratları da, Cumhuriyet ilan etmişlerdir (M.Ö. 508).

Cumhuriyet yönetiminde en yüksek iktidar mevkii yürütme gücünü temsil eden konsüllük makamıdır. Konsülün yetkilerine bazı kısıtlamalar getirilmiştir. Bunlardan biri, aynı yetkiye sahip ve konsül adı verilen iki kişinin, ortaklaşa olarak yürütme gücünün başında bulunması olan ortaklaşa iktidardır. Konsüllerden her birine, diğerinin yaptığı, fakat kendince uygun olmayan bir işi durdurma yetkisi tanınmıştır. İkinci kısıtlama, görevin bir yıllık oluşudur. Yıl bitince konsüller kendiliklerinden görevden çekilmişlerdir. Üçüncü kısıtlama, görevlerinden çekildikten zorunda, konsüllükleri döneminde yaptıkları yahlış işlerden sorumlu tutulup, yargılanabilmeleridir. Görevleri bittikten sonra yargılanıp idama çarptırılan konsüller olmuştur.

Cumhuriyet rejiminin ilk zamanlarında, halk meclislerinin (Curia ve Centuria) durumunda, hemen hemen bir değişiklik olmamıştır. Bir yanda, yalnız Patricilere ait Curia meclisi diğer yanda da hem Patrici hem de Plebleri içine alan, fakat bunları servet esasına göre sıralayan Centuria meclisi eski işlevlerini sürdürmüşlerdir. Bunlardan Centuria meclisi, yine memur seçimi, kanun koyma, savaş ve barış işlerine baktığı için, Cumhuriyet Dönemin’de de tek halk meclisi olma niteliği taşımıştır.

Roma’da ki yönetimi, gerçek bir demokratik cumhuriyet olarak nitelemek güçtür. Herşeyden önce yurttaşlar arasında hukuk eşitliği yoktur. Yalnız aristokratlar hükümete katılmaktadır. Bununla birlikte, Roma’da ki cumhuriyet sosyal baskı ve genişleyen ödevlerin zoru altında, özellikle bütün İtalya’nın fethinden sonra sürekli gelişerek demokratik bir yüz kazanmıştır. Ancak, bu gelişmelere karşın, devlet yapısının ana çizgileri, cumhuriyetin ilk dönemlerinde olduğu gibi kalmıştır” (Turani, 1995, s.95).

Etrüsk krallarının kovulması ile Roma’nın halletmek zorunda olduğu birinci vazife iç işlere aitti. Bu da bizzat devletin bünyesi davası, yani şimdi devletin alacağı şekil meselesi idi. Fakat bunu ihtilalin başına geçmiş olan Patriciler çarçabuk hallettiler. Filhakika olaylar monarşinin yıkılmasını, tıpkı Hellas’da olduğu gibi, Roma’da da aristokrasinin iktidara geçmek istemesi ve bu yolda büyük gayret sarfetmesinin bir neticesi olarak gösteriyor. Monarşinin yıkılmasına onlar önayak oldular. Yeni idareyi de şimdi yine onlar kurdular. Kendi isteklerine ve tabii kendi istifadelerine göre bir hükümet teşkil ettiler. Bu yeni hükümet rejimine, devlet idaresinin yalnız krala ait bir imtiyaz olmayıp bütün vatandaşları ilgilendiren bir iş olduğu manasını tazammun eden ve latince respublica kelimesinde ifade bulan, cumhuriyet adı verildi.

Romalılar’ın kurduğu bu en eski Cumhuriyet’in mahiyetini anlıyabilmek için, esas teşkilatına, organlara ve müesseselerine kısaca bir göz gezdirmek lazımdır. Bunun için de devletin en yüksek icrai makamından başlamak faydalı olur. Yeni rejimde en yüksek mevkiini gösteren ve böylece icra kuvvetini temsil eden makam Consul’luk (Consullatus) makamı idi. Fakat bu icrai kuvvetin salahiyeti şimdi eskiye nazaran esaslı surette tahdit edilmişti. Bu tahditlerden bilhassa üçü çok önemlidir. Bunlardan birisi müşterek iktidar (collegialitas) idi.

“ Bu aynı salahiyeti sahip ve consul adı verilen iki kişinin müştereken icra kuvveti başında bulunması demekti ve bu bakımdan da Sporta devletinde ki kralların durumunu andırıyordu. Bu müşterek iktidarın en mühim vasfı da, consuller’den her birinin diğerinin yaptığı fakat kendi düşüncesine uygun görmediği bir işi malik olduğu itiraz hakkı ile durdurma salahiyeti idi. Öteki tehdit ise, bu memuriyetin senelik oluşu idi. Bu müddet bitince konsuller otomatik olarak vazifelerinden çekilirlerdi. Üçüncü önemli tehditte memuriyetten çekildikten sonra başlayan mesuliyet keyfiyeti idi. Filhakika Roma’da consuller ve alelıtlak memurlar, Hellas’dakinin tam aksi olarak memuriyetleri müddetince yaptıklarından dolayı hesaba çekilemez ve haklarında dava açılamazdı. Bunların mesuliyeti, memurun müddetinin sonunda başlardı” (Demircioğlu, 1993, s.74).
Back to top Go down
https://arkadasim.forum.st/
JOKER
Admin
JOKER


Mesaj Sayısı : 335
Rep : 2
İtibar : 783
Yaş : 33
Nerden : Tekirdağ

Roma Uygarlığı Empty
PostSubject: Re: Roma Uygarlığı   Roma Uygarlığı Puce-p11Tue Jun 02, 2009 12:22 am

1.3.1. Senatus:

Cumhuriyet’in bilhassa teberüz eden bir organı senatus idi. Krallar zamanında ancak istişari mahiyette bir organ olan senatus, yeni rejimin kurulmasında önemli bir rol oynadı ve böylece çok geniş bir iktidar otoritesi kazandı. Filhakika senatus şimdi artık bütün iç ve dış siyaset işlerini tedvir etmeğe bilhassa asker toplamaya ve devletin mali işlerini kontrol etmeğe başladı; hülasa hemen hemen bütün devlet idaresini eline aldı. Senatusun verdiği kararları (Senatus Consultum), kanun mahiyetinde olmamalarına rağmen, consuller, icra etmekle mükellef oldular. Sonra senatus, Centuria meclisinin verdiği fakat kendisinin uygun görmediği kararlara karşı veto hakkını kazandı ve bu kararları tasdik etmeyi de kendi işleri arasına soktu. Senatus böylece yüksek memurların salahiyetlerine ve bunların daima değişen keyif ve arzularına karşı devletin sabit ve hakiki mümessili haline geldi.

1.3.2. Curia ve Centuria:

“ Roma’da memurların imperium kudreti, aslında onu veren cemaatin iradesinde toplanıyordu. Bu da onların Centuria meclisinde halk tarafından seçilmelerinde ifade buluyordu. Yeni rejimin ilk zamanlarında bu halk meclisinin durumunda bu bakımdan hemen hiçbir değişme olmadığı anlaşılıyor. Yani bunda krallığın yıkılması ile herhangi bir hukuk ve kudret çoğalması görülmedi.

Bir tarafta yalnız Patricilere ait olan Curia meclisi öte tarafta hem Patricileri hem de Plebleri içine alan fakat bunları servet esasına göre sıralayan bu Centuria meclisi eski fonksiyonlarında devam ettiler. Bunlardan bütün vatandaşların iştirak ettiği Centuria meclisi, eskiden olduğu gibi, gene memur seçimi, kanun vaz’ı, harp açmak veya sulh yapmak işlerine baktığı için yeni rejimde de yegane halk meclisi karakterini gösteriyordu. Mamafih meselelerin müzakeresinde her ikisi de hala idare eden memurun sorduğu suallere yalnızca kabul veya red cevabı veriyordu” (Demircioğlu, 1993, s.75).

1.4. İMPARATORLUK DÖNEMİ

Birkaç unvanı birden taşıyan Octavianus, Rma hukukunda egemenlik anlamına gelen imparator idi. Sonradan birçok dile geçen imparator sözü buradan yayılmıştır. Caesarın adını da soyadı olan Octavianus unvanlarına, kutsal anlamına gelen Augustus’u da eklemiş, Caesar adı sonraları doğrudan Roma imparatoru anlamında da kullanılmış, çeşitli dillerde de aynı başlıkta yer almıştır. Ancak Octavianus bu unvanların hiçbirini kullanmayarak devletin bir numaralı memuru anlamına gelen princeps unvanını tercih etmiştir. Bu yüzden, Caesar soyadını taşıyan Augustus ve halefleri dönemi, principatum olarak adlandırılmıştır.

“ Augustus 40 yıl süren imparatorluğu döneminde idari ve mali teşkilatı düzene koymuş ve merkezi yönetimi olabildiğine güçlendirmiştir. Eyaletler halkına, vali hakkında doğrudan imparatora şikayet hakkı tanımıştır. Ankara’da Augustus Tapınağı adı ile bilinen yapı aslında Hellenistik dönemde yapılmış ve Augustus tarafından tamir ettirildikten sonra duvarlarına içeriden Latince, dış yüzüne de Yunanca yazılar oyulmuştur. Yazılar ilk kez 1555’te Osmanlı Devleti’nde elçi olarak bulunan Buysbeche tarafından okunmuştur” (Turani, 1995, s.92).

“ Roma İmparatorları Kronoloji Cetveli

M.Ö. 59-44 TULİALS CAESAR
M.Ö. 27-M.S. 14 AUGUSTUS
M. 14-37 TİBERİUS
M.S. 37-41 CALİGULA IULİUS – CLAUDİNUS SÜLALESİ
M.S. 41-54 CLAUDİNUS
M.S. 54-68 NERON
M.S. 69-79 VESPA SİİANUS
M.S. 79-81 TİTUS
M.S. 81-96 DOMİTİANUS
M.S. 96-98 NERVA FLAÖİUSLAR
M.S. 98-117 TRAİANUS
M.S. 117-138 HADRİANUS
M.S. 138-161 ANTONİNUS PİUS ANTONİNUSLAR
M.S. 161-180 MARCUS AURELİUS
M.S. 177-192 COMMODUS
M.S. 193-211 SEPTİMİUS SEVERUS
M.S. 212-217 AURELİUS ANTONİNUS (CARACALLA)
M.S. 218-222 AURELİUS ANTONİNUS
(ELAGABULUS) SEVERUSLAR
M.S. 222-235 AURELİUS ANTONİNUS ALEXANDER
M.S. 235-284 ASKERİ İMPARATORLAR DÖNEMİ
M.S. 235-238 TULİUS VERUS MAXİMİNUS
M.S. 238-244 ANTONİNUS – GORDİANUS
M.S. 244-248 JULİUS PHİLİPPUS
M.S. 249-251 MESSİUS QUİNTUS DECİUS
M.S. 251-253 VİLİUS TREBONİANUS GALLUS
M.S. 253-260 LİCİNİUS VALERİANUS
M.S. 260-268 LİCİNİUS GALLİENUS
M.S. 268-270 AURELİUS CLAUDUİS (GOTHİCS)
M.S. 270-275 DOMİTİUS AURELİANUS
M.S. 276-282 AURELİUS PROBUS
M.S. 283-284 AURELİUS CARİNUS
M.S. 286-305 VALERİUS DİOCLETİANUS
M.S. 306-311 VALERİUS MAXİMİANUS
M.S. 312-337 VALERİUS CONSTANTİNUS (BÜYÜK)
M.S. 337-361 JULİUS CONSTANTİNUS II
M.S. 361-364 FLAVİUS CLADİUS JULİANUS
CONSTANTİNUSLAR
M.S. 364-378 FLAVİUS VALENS
M.S. 379-395 THEODOSİUS I. (BÜYÜK)”
(Değirmencioğlu – Ahipaşaoğlu, 1997, s.241).
Back to top Go down
https://arkadasim.forum.st/
JOKER
Admin
JOKER


Mesaj Sayısı : 335
Rep : 2
İtibar : 783
Yaş : 33
Nerden : Tekirdağ

Roma Uygarlığı Empty
PostSubject: Re: Roma Uygarlığı   Roma Uygarlığı Puce-p11Tue Jun 02, 2009 12:23 am

BÖLÜM 2
ROMA UYGARLIĞI

2.1. DİN

Başlangıçta köylü bir halk olan Romalılar uzun süre cancı (animist) bir dine bağlı kaldılar. Boş inançlara çok yer verdikleri için iyi ve kötü bazı gizli güçlerle çevrili olduklarına, iyi güçlerin sevgisini kazanmak, kötü güçlerden de belirli davranışlarla kaçınmak gerektiğine inanıyorlardı. Ayrıca, aile kültürüne göre Manes’e (ölmüş ataların ruhları), Larestere (evin ruhları), Penateslere (yiyecek tanrıları), aile babasının koruyuculuğuna saygı gösteriyorlardı. Daha sonra Etrüsklerle, ardından Yunanlılarla ve Doğu ile ilişkisi kurulunca bu doğaüstü güçlere, eski Yunan tanrılarının insansı görünümünü verdiler.

“ Roma dini, bir devlet diniydi. Büyük din adamı tarafından (pontifus) yönetilir, pontifusa öbür din adamları, kurban edilen hayvanların iç organlarını inceleyen kahinler, kehanet gözleminde uzmanlaşmış falcılar yardım ederlerdi. Duaları, Sungular kurbanlar ve çeşitli oyunlar, bu devlet dininin birer parçasını oluşturuyordu” (Turan, 1995, s.95).

“ Tanrısal kudretlerin ilk zamanlrda hiçbir tasvirleri yoktu. Dolayısıyla hiçbir tapınakları da yoktu. Daha sonra Romalılarda tanrılarını insan şeklinde tasavvura başladılar. Hellen mitolojisi ve tanrıları da beraber girdiler ve Rom tanrılarıyla birleştiler. Artık insan şeklindeki bu tanrıların bronzdan veya pişmiş topraktan (terra cotta) tasvirleri, heykelleri yapılmaya başlandı. Tanrıların yeryüzünde oturmaları içinde mabetler inşa edilmeye başlandı” (Demircioğlu, 1993, s.65).




2.2. HUKUK

“ Romalılarda, hukuk İ.S. II. Y.y’da doruk noktasına ulaştı. O dönemde kurulan Roma hukuku okullarının üstünlüğü, Doğu’da da benimsendi. Kamu hukuku, uzun süre okullarda okuma parçası olarak öğrencilere inceletilen On İki Levha yasalarından çıkarılan medeni hukuk ile toprakların genişlemesi sonucu oluşan yabancılar hukukunu içermekteydi. Ayrıca, aile içi ilişkileri, daha sonrada yurttaşlar arası ilişkileri düzenleyen özel hukuktan ayrılıyordu. Çağdaş devletler, siyaset ve hukukla ilgili bir çok terimi hatta hukukların büyük bir bölümünü Roma hukukundan almışlardır” (Turan, 1995, s.100).

“ Romanın ilk asırlarında henüz yazılı kanunlar yoktu. Genslerin yazısız örf ve adet hukuku vardı. Edinilen bilgilere göre bu devirde adalet tevziinin mukaddes bir cephesi vardı. Çünkü bu iş, tanrıların iradesine dayanıyordu. Tanrıların hukuk şeklinde tecelli eden iradelerinin tebliğ ve tefsircisi ise kraldı; yani devletin başındaki adamdı” (Demircioğlu, 1993, s.60).

2.3. EDEBİYAT

“ II. Y.y’da Roma7da Hellenizmin yaygınlaşmasıyla, o güne kadar küçümsenen yazarlık mesleği de yavaş yavaş önem kazanmaya başladı. Romalılar kısa sürede, taklitçilikten yaratıcılığğa geçtiler ve imparatorluk döneminde Augustus’un sağ kolu edebiyat ve sanatın koruyucusu Kaecenas’ın desteği ile, Horatius ve Vergilius, Latin edebiyatının en güzel yapıtlarını ortaya koydular. Daha sonra Juvenalis ve Martialis, Latin anlatımının özgün bir biçimi olan yergi türünde yapıtlar verdiler” (Turani, 1995, s.102).

“ Romada edebiyat çok sonraları, o da Hellenlerin tesiriyle ve Hellen numunelerine göre meydana geldi ve umumiyeti itibari ile bir taklit edebiyyatı oldu. Ancak Roma edebiyatı dünya edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Modern Avrupa edebiyatını Hellen edebiyatına götüren köprü olmuş ve bundan dolayı da Hellen edebiyatından daha fazla bugünkü Avrupa edebiyatına müessir olmuştur” (Demircioğlu, 1993, s.62).

2.4. MİMARLIK

Romalıların en ileri oldukları sanatkÂrlar dalı mimarlıktı. Bu ilerleme, Roma imparatorluğunda kentlerin gelişmesine sıkıca bağlıydı. Roma dünyasını birleştiren temel öğedir. Çünkü siyasal, ekonomik, toplumsal, dinsel işlevler sitelerde yoğunlaşıyordu.

“ Doğuda Romalılar yalnızca kendilerinden önceki halkların yapıtlarını bütünlemekle yetinmişler. Batı da ise pek çok anıt gerçekleştirmişlerdir ve bunlardan çok sayıda önemli yapıt günümüze kalmıştır. Çok iyi korunmuş ve kazılarla ortaya çıkarılmış kentlerden, İ.S. 79’da Vezüv’ün şiddetli bir patlamasıyla lavlar altında kalan Pompei ve Herculanum, Roma kentçilik anlayışının başlıca özelliklerini yansıtmaktadır” (Turani, 1995, s. 1059.
Back to top Go down
https://arkadasim.forum.st/
JOKER
Admin
JOKER


Mesaj Sayısı : 335
Rep : 2
İtibar : 783
Yaş : 33
Nerden : Tekirdağ

Roma Uygarlığı Empty
PostSubject: Re: Roma Uygarlığı   Roma Uygarlığı Puce-p11Tue Jun 02, 2009 12:23 am

BÖLÜM 3
ROMA SANATI

“ Roma sanatı Doğuda Bizans’ı, Batıda Avrupa’yı etkilemiştir. Rönesans ve ortaçağ sanatı Yunandan değil Roma’dan öğrenilmiştir. Rönesans ve Antikiteye dönüşte eski eserleri Roma anıtları temsil etmektedir ve daha sonra müzeleri oluşturacak ilk koleksiyonlarda Roma dönemine ait eserler toplanmıştır. Romalılar antik Çağda Akdeniz bölgesinde önemli rol oynayan son toplumdur ve bu toplumun belirlemesinde karmaşık kültürler etkin olmuştur. Başlangıçta Roma üzerinde Yunan sanatının etkileri vardır. Yunanr sanatı Roma’ya üç yoldan girer. Birincisi, İ.Ö. 8. Y.y.’dan ileriye doğru Aşağı İtalya ve Sicilya’da kurulan Yunan kolonileri aracılığıyla Yunan sanatı İtalya’ya taşınmıştır. İkincisi, İtalya kavimleri arasında Etruria (Toskana)’ya yerleşmiş ve sanatta ilerlemiş Etrüskler’in Anadolu’ya da doğudan gelerek, İon ve Ege adaları etkileriyle sanatlarında bileşim ortaya koymaları olmuştur. Üçüncü yol ise Hellenistik dönemde gelen etkilerdir. Geniş bir alana yayılmış Yunan sanatı ile Romalılar istila ettikleri yerlerde karşılaşmışlar, birçok heykel tablo ve çeşitli sanat eserlerini Roma’ya taşımışlardı. Orjinalleri Klasik çağa kadar uzanan bu heykel ve tabloların kopyalarını yapmışlardır” (Turani, 1995, s.107).

Romalılar’ın Yunan kültürü ile en çok karşılaştıkları yerler ise Etruria, güney İtalya ve Sicilya’daki Yunan kolonileri, Yunanistan ve Anadolu idi. İ.Ö. 2. Y.y.’dan başlayarak, Yunan sanatçıları topluca Roma’ya yerleşmeye başladılar. Fakat Roma’daki patronlar İtalyan’dı. Bu sanatçılar, eski geleneklerini cesaretle değiştirerek yeniden biçimlendirdiler.

“ Bu nedenle, Romalı bir koruyucunun himaysinde yapımlan bir bina ya da başka bir sanat yapıtında çeşitli kaynaklardan gelme gikirlr bir arada bulunur. Roma sanatını tanımanın yolu ise bunların, Yunan ve italyan geleneklerini kendilerinin ilgi çekici yeni amaçları için nasıl yeniden düzenlediklerini görüp kavramakla başlar” (Colledge, 1982, s.4).
3.1. MİMARİ

“ Roma mimarisi, Roma kültürünü bütün ayrıntıları ile içine alır. Kültür, anıtsal mimariye bağlanınca, devlet de kişilerin başarılarına bağlı devletlerden ayrılır. Biz buna benzer devlete ve teşkilatı Osmanlılarda görmekteyiz.

Roma sanatının temeli mimaride yatar. Heykel alanındaki sanatçıların aksine, mimarlar genellikle Romalı idiler. Bu bakımdan Roma mimarisi, Romalıların görüş ve iradesinin tipik bir şekilde biçimlendirir. Roma mimarisinde barok ve klasik üsluplu yapılar, yer yer aynı zamanlarda görülür. Roma mimarisine Etrüsklerin rustik unsurları geçmiştir. Bu, Romalıların askeri görüşlerine tamamen uygundu. Rustik zevk, Greklerde görülmez.

Roma mimarisi, bütün genişleyen imparatorlukların başlangıç çağlarında görüldüğü gibi toplayıcı bir karakter gösterir. Ancak Roma, kendine özgün bir üslup gösterdiği gibi IV. Ve V. Y.y.’larda ki Grek klasik sanatına hayran bir klasisizmaya da düşmüştür. Roma mimarisini, önce birçok ülkelerin sahibi olarak, çeşitli unsurlardan meydana gelmiş yapı tiplerinde görüyoruz. Bunun için Romalılarda, Greklerde olduğu gibi belli bir üslup gelişimi yoktur. Romalı, bütün Akdeniz çevresinden dolayısıyla Asya, Afrika ve Avrupa ülkelerinden çeşitli mimarlık biçimlerini benimsemiştir. Fakat Romalı, mimari unsurlarını toplamış, olmakla beraber, yapısına Roma damgasını da vurmuştur. Örneğin; Batılı bilginlerin iddia ettiği gibi kubbeyi Etrüsklerden almış olsun, Ön Asya ülkelerinden almış olsun, Romalı bunu kendi kullanabileceği bir yapı biçimine sokmuştur. Bu bakımdan, birçok mimari unsuru yabancı ülkelerden toplamasına rağmen, bunları kendi dünya görüşünün gereklerine göre biçimlendirdiği gerçektir. Bu unsur toplanmasına paralel olarak Romalı, kendi imparatorluğunun ve imparatorunun görkemine uyacak biçimi hangi ülkede bulmuşsa oradan aylmakta duraksamamıştır. Bu yüzden de bazen Grek klasismasının bazen, asya Hellenistik baroğunun, bazen Mısır unsurlarının bir aarada biçimlendirdikleri görülür. Fakat Roma mimarisinde genellikle rustik bir kalabalığa varan işleme tarzına rastlarız” (Turani, 1995, s.186).
Hellen ve Roma mimarisi arasındaki ayrıcalık, Hellenistik dönem yapı önyüzlerinde egemen olan yatay düzenlemeye karşın Roma Çağı cephelerinde dikeyliğe önem verilmesidir. Roma yapılarındaki bu dikey özelliklerin belirgin olarak ortaya çıkışının ilk deneyleri Roma’da Marcellus Tiyatrosu’nda ve Colosseum’da yapılmıştır. Bu anıtların etkin olan yatay Hellen çizgileri üst katlardaki sütunların altına kade konulmasıyla hafifletilmiştir. Bu yatay çizgiler böylece aralıklı olarak bölünmüştür. Bununla beraber her kat arasındaki saçaklık kornişinin sürekli bir yatay çizgi halinde görünmesi yatay etkinin henüz tamamen terk edilmediği kanısını göstermektedir.

Dikey etki Roma’daki Titus ve Ancona’daki Trojen zafer anıtlarında daha belirgin olarak sağlanmıştır. Bunlarda saçaklıklar sütunların çıkıntılarını dik açılar oluşturarak takip eder ve dışarıya doğru dönerler. En kuvvetli dikey etki M.S. 312 yılında yapılan Konstantin Zafer Anıtın’da sağlanmıştır. Burada sütunların üzerindeki çıkıntılı saçaklık, dikey çizgilerin anıtın tepesine kadar hiç kesilmeden çıkmasına yol açar.

“ Roma modellerine dayanan dikey elemanların, yaygın kullanımına karşın, Anadolulu mimarlar ön cephelerdeki yataylığı bir dereceye kadar kazıyorlardı. Anadolu’da çıkıntı yapan saçaklıklar Roma’daki gibi bir sütun genişliğinde olmayıp, sütunlar arası açıklık genişliğindeydi. Bunun yanı sıra Milet’de Pazar yeri girişinde olduğu gibi her katın arasına yatay görünümler konularak, dikey ve yatay elemanlara dengeli bir uyum kazandırılmıştır.

Roma mimarisinin en önemli yeniliklerinden birisi, oldukça etkileyici bir görünümü olan kemer (zafer takı) ile kemerli sütunları geliştirmiş olmasıdır. Kemerlerin sıra halinde kullanışı Roma anıtlarına tamamen özgün bir dış görünüm kazandırmıştır. Özellikle önyüzlerde etkilerinden ötürü kemerli sütunlar, Aspendos tiyatrosu gibi yapılarda önemli bir yer tutmakta idiler” (Akurgal, 1987, s.221).

“ Yazı tipleri Hellenistik devirdekine çok benziyordu, yalnız sarayların yerini eyalet valilerin ikametgahları aldı. Hamamlar ortaya çıktı ve tiyatro yapımı da artarak devam etti. Gerek süsleme, gerekse plan ve ölçüler de her zaman daha ilgi çekici sonuçlar elde etmek için çabaladılar. Mimaride kabartma sülmeler daha fazla kullanıldı. Korent düzeni üstünlük kazandı, sütunların sayısı arttı; yollara uzun ve gölgelik patrikler sıralandı, tiyatro sahnelerin arkasındaki duvarlar ile kütüphane ve çeşme cepheleri bodur sütunlar ve nişlerle girintili çıkıntılı bir şekilde hareketlendirildi. Bu büyük yapılar topluluğunun görkemli kalıntılarına bugün Atina, Efes, Perge, Bsuriye’de Palmira, Lübnan’da Baalbek, Ürdün’de Gerasa ve Kuzey Afrika kıyısı boyunca bazı yerleşme bölgelerinde bugün bile rastlarız.

Romalılar, tuğla kaplamalı harç tekniğindeki ustalıklarını sürekli olarak geliştirdiler. Bu tür Roma harcı ile yapılan büyük binaların üstü ya yarım daire tonozlarla ya da yarım küre şeklinde kubbelerle örtülürdü. Pencere açıklıklarında olduğu gibi, tekrarlamalı şekilleri, aynı ahşap kalıbın yapı ilerledikçe yer değiştirerek kullanılması sonucu kereste ve işgücünden ne kadar ekonomi sağladığında göstermektedir.

Bir orta ve iki yan neften oluşan büyük bir mekanı kapsayan bazilika duruşma ve toplantı salonu olarak kullanılmıştır. İmparatorluk devrinin son büyük bazilikalarından İ.S. 306 dolaylarında Maxentius’un başlattığı bu yapıyı 313-330 yıllarında Konstantinus tamamlamıştır. Harçlı tuğla ile yapılan bazilika 100x65 metredir, yarım daire bir de apsis eklenmiştir” (Colledge, 1982, s.13).

“ Dekoratif özellikli Grek yapı sanatına karşılık Romalılar fonksiyonel ve strüktif yapılar ortaya koydular. Bu yapı çeşitleri şunlardır;
 Zafer Takı
 Zafer Dikilitaşları
 Tiyatrolar
 Hamamlar
 Podyum Tapınağı
 Merkezi Kubbeli Yapılar
 Tonoz ve Kemerli Yapılar
 Yuvarlak Planlı Mezar Yapıları
 Şehir Kapıları
 Köprüler
 Bazilikalar”
(Turan, 1995, s.191).


3.2. HEYKEL

“ Cumhuriyet döneminin sonlarına doğru İ.Ö. 100-30 dolaylarında Roma soyluları Hellenistik Yunan sanatının gerçekçi portreler yapan heykeltıraşlarına büyük hayranlık duyuyorlardı. Birçoğu Roma’ya göç etmiş olan bu sanatçılara gerçeği çok daha yalın bir biçimde ortaya koyan portre siparişleri verdiler. Kişinin yüz hatlarındaki gariplikler büyük bir ilgi ve yansıtıldığı gibi en tutulan büstler de orta yaşlı ve çok yaşlı kimselere ait olanlardı.

Romalılar zamanında yapılan kabartma heykellerde hayal gücüne de yer verilirdi. Bunların kolaylıkla anlaşılması için de değişmeyen bazı formüller kullanılmaktaydı. Özellikle Greko-Romen kültürle, yerli ve bölgesel kültürlerin birbirini etkilediği örneklerde görülen canlılık, kalite pek üstün olmasa bile, hemen dikkati çekerdi. Tanrılara ithaf etmek için, üzerinde büst ya da tam boy tanrı figürleri bulunan ve genellikle dikdörtgen şekilli ve düz plaka ya da altarlar yapımına imparatorluğun her yerinde rastlanıyordu. Bunlar; Jupiter, Juno, Minerva, Apollon ve öteki Panthenon tanrılarından birisi olabileceği gibi, Sriye çöllerinin uzun pantolonlu tanrıları, Trakya’nın atçı ikizleri ya da Roma devrindeki İngiltere’nin üç anası gibi yerel tanrılarda olabilirdi. Birkaç tapınağın kabartma heykellerinde ise, ki bunların başında Roma yönetimi altındaki Bath’in Sulis Minerva tapınağı alınlığında görülen zafer tanrıçaları ile garip şekilli Medusa figürü gelir, Romalı’dan çok bir Kelt havası sezilir” (Colledge, 1982, s.42).
“ İ.Ö. IV. Y.y.’dan başlayarak Grek heykel sanatında açık bir şekilde, portre unsurlarının görüldüğü rölyef örnekleri ile karşılaşıyoruz. Bunların yanında, Doğu çıkışlı olduğu kabul edilen Janr resmi, hikayecilik ve historizm görülmektedir. Bu nedenle de dekorasyon yani süsleyici öğeler ortaya çıkıyordu. Bu görüş, Hellenistik sanatın bir özelliği olarak Roma’ya gelmişti. Ayrıca Etrüsklerin Mısır’daki din anlayışına paralel olarak sorkofaj heykellerinde, karı koca ile ilgili kişisel bir tasvire bağlandıklarını gördük. İşte bu anlayışlar, Roma’da daha Grek kolonilerinin kurulduğu sıralarda, yerli bir köylü kültürü ile birleşiyordu. Doğa ve hayat birleşerek, Romalıların hayat görüşünü sağlayacaktı.

Bu açıdan bakınca, Roma sanatının bir porte heykelinde kara kılacağını anlıyoruz. Bunun içindir ki, Romalı ister kral, ister özel hayatını yaşayan bir vatandaş olsun, hiçbir şekilde, kendini üstün göstermeye gitmiyor. O, açık bir şekilde kendi karakterinin yansımasına önem veriyor. Yüzünün bütün çirkinliği, zekası ya da saflığıyla gösterilmesini istiyordu.

Roma sanatı genellikle belirli bir üslup gelişimi göstermiyor. Romalı, mimaride, heykelde ya da resim de olsun, Antikite’nin değerli bulduğu sanat anlayışını benimsemekten çekinmez. Bu bakımdan Roma mimarisinde Grek üslup gelişimi gözükmez.. Romalı kah Grek tapınağının üsluplarını kah Etrüsk tapınaklarının unsurlarını, kah doğu kökenli kubbeli yapıyı, kah Grek evini, kah Mısır obelisklerini benimsemiştir.

Biz Romalıları pratik zekalı, teşkilatçı ve mimar olarak görüyoruz. Savaş ve mücadele onlar için kudret ve zenginliği arttırmak için bir araçtı. Askerlik de Greklerin atletizmi gibi bir yaşayış biçimi değil, bir meslekti. Bu bakımdan, Roma heykellerinde, insan vücudunun ideal güzelliği konusunda bir endişeye rastlanmıyor” (Turani, 1995, s.196-197).



3.3. RESİM

“ Orta Cumhuriyet devrinde Roma’nın Esquilina tepesindeki tarihi bir mezara yapılan resimde sahnelerin katlara ayrılmasının belli belirsiz uygulandığını görmektieyiz. Fakat, Yunanlı ressamların İ.Ö. 2. Y.y. sonlarında Roma’ya akın etmeye başlaması ile geç oma Cumhuriyet’inin zenginliği birleşince çok köklü değişiklikler meydana geldi. Bunları. Kısmen Roma evlerinin duvar ve tavan resimlerinde özleyebilmekle birlikte en çok Napoli’nin güneyindeki Campania kentlerinden Pompei ve Herculaneum’da görmekteyiz. İ.S. 79’da Vezüv yanardağının patlaması ile resimlerin hepsi küller altında kalmış ve birçok duvar panosu da bu sayede günümüze kadar hiç bozulmadan gelebilmiştir. Bu resimlerdi, bir ev duvarının yüzeyinde, içerik ve çizginin düzenlenmesi sırasında ard arda dört “üslup” uygulandığını görüyoruz. Delos’daki Yunan resimlerine çok benzeyen ilk üslupta yalnızca mimari öğeler ve duvar taklidi çizimlere rastlarız.

Bütün Roma üsluplarında olduğu ğibi Delos’un üçlü yatay ve dikey bölümlemeleri burada da karşımıza çıkar. İkinci üslup yine ilk olarak Delos’ta ortaya çıkmış olup tüm sahne mimari bir çerçeve içine alınır. Yalnız burada duvarlarda birtakım pencereler bırakılıp, arasındaki mitolojik ve mimari sahnelerle manzaralar görülmesi sağlanmıştır. İ.Ö. 20 dolaylarında başlayan üçüncü üslup ta ikinciyi andırmakla birlikte mimari süsleme fantastik ve gerçek dışı bir görünüm almıştır ki Vitruvius’da bu nedenle üçüncü üslubu pek tutmaz. İ.S. 63 sıralarında Pompei’de başlayan dördüncü üslup’ta daha öncekilerle bazı yeni tiplerin birbirine karıştığı görülür. Burada manzara resmi izlenimci bir havaya bürünmüş, yerel olaylar ile kişiler de resim konusu arasına girmeye başlamıştır. Mitolojik sahneler, hemen her zaman, ressamın milliyetini belirtecek şekilde Yunan anlayışıyla yapılmıştır.

Mozaik sanatının İ.Ö. 5. Y.y.’dan başlayarak gelişmesini ise evlerde ve idari binalarda rahtlıkla izleyebiliyoruz. Başlangıçta dikkatle hazırlanmış harca, nehirlerden toplanan renkli küçük taşların yerleştirilmesiyle ortaya çıkan mozaik küplerin kullanılmasıyla gelişti. Antik devir boyunca mozaik çoğunlukla zemin süslemesi şeklinde kullanılmıştır. Zemin mozaikleri ya ortada dikdörtgen bir göbeğin içine çok yüksek kaliteli bir desen işlenip bunu daha az değerde motiflerin çevrelediği biçimde ya da bütün figürlerin eşit önemde işlendiği ve zeminin tümünü kaplar şekilde yapılırdı” (Colledge, 1982 s.55).
Back to top Go down
https://arkadasim.forum.st/
JOKER
Admin
JOKER


Mesaj Sayısı : 335
Rep : 2
İtibar : 783
Yaş : 33
Nerden : Tekirdağ

Roma Uygarlığı Empty
PostSubject: Re: Roma Uygarlığı   Roma Uygarlığı Puce-p11Tue Jun 02, 2009 12:23 am

“ Roma resim sanatının, Hellenistik sanatın bir devamı olduğu tezi, genellikle kabul edilen bir görüştür. Hellenistik anlayışının gelişerek Roma sanatında kendine özggü bir resim anlayışına vardığıda gene kabul edilen bir husustur. Demek ki bu benimseme, Hellenistik anlayışının kopya edilmesi anlamına gelmiyor. Yani Romalı, Hellenistik kompozisyon ve ifade tarzını zamanla kendine mal etmiştir. Bu nedenle biz, bir Roma duvar resmi anlayışından söz edebiliyoruz. Hiç kuşkusuz Romalılar, Yunanistan’dan sanatçılar ve sanat eserleri getirmişlerdir. Nasıl Yunanlılar’dan alınan tanrılar, zamanla hem isim hem de biçim değiştirmişlerse Roma resimlerinde de bu değişme oluyor ve İllüzyonist mlasist bir resim anlayışı ortaya çıkıyor. Böylece, zarif endamların yer aldığı, renkli ve oylumlu bir kompozisyon şekli, Roma duvarlarında beliriyor. Bu resimler, bir friz anlamında değil bir odanın tüm duvarlarını bölüm bölüm kaplayan ve ev içi hayatının samimiyetini yansıtan konularıyla, Roma-Hellenistik karışımı bir kompozisyondur. Dikkat çeken şey resimlerdeki kimi figürlerin genellikle mitolojik konulu olmasıdır. Ancak günlük hayat sahneleri de Romalı için çekicidir” (Turani, 1995, s.200).

3.4. UYGULAMALI SANATLAR

“ Roma dünyasının zenginliği, başta Yununca konuşulan yerler olma üzere, yönetimi altındaki çeşitli bölgelerin atadan kalma yetenekleri ele birleşine uygulamalı sanatların büyük ölçüde gelişmesi de kolaylaşmış oluyordu. O devirde uygulanmakta olan bu el sanatlarının çok eski bir geçmişi vardı.

Yüzüklere yerleştirilecek değerli taşların üzerine oyma desenler yapmak ya da “hakketmek” en küçük – ölçekli el sanatlarından birisiydi. Lal, topaz, ametist, kristal, kornalin (kiraz kırmızısı akik), akik, sarduan (kızıl turuncu Süleymanitaş), kaseduan (Kadıköy taşı) ve hatta cam gibi en çok tutulan değerli taşlar, sivri kalem ve matkap ile oyularak yüzük taşları en çok Yunan tanrıları, kahramanları, düşünür ve hatipleri ile efsane kişileri ve başyapıt sayılan heykellerden alınma modeller gibi Yunan konularının hak edilmesi sanatçıların kimliğini de açıkça ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, ara sıra, imparator portreleri ve kült sahneleri gibi Roma konularının yer verildiği de görülmektedir. Değerli taş oymacılığında çalışan bazı ustalar Hellenistik Yunan devrinden başlayarak, deseni oymak yerine taşın üstüne kabartma olarak hakketmeye başladılar. Bunun için de genellikle sarduan taşı kullandılar. Kızıl turuncu renkte bir tür akik olan bu taşın tabakaları ustaca kesilip tanrıların ve giderek de hükümdarların tasvirleri yapılmaya başladı. Bu geleneği Roma İmparatorları da devam ettirdiler. İlgi çekici bir nokta da bu değerli taşları işleyen sanatçıların aynı beceriyi mühürlerde, sikkelerde ve para basmak için kalıp çıkarmada da göstermiş olmalarıdır. Sikkeleri basmak için en kestirme yol alt kalıp parçasının üstüne desensiz parayı koyup kısa bir çubuk ucundaki üst kalıp parçasını da paranın üzerine yerleştirerek çubuğa bir balyozla vurmaktı. Bu yöntemle kalıplardaki şekiller sikkenin her iki yüzüne de basılmış oluyordu. Roma’nın siyasi propagandacıları için desenli sikkeler tam zamanında yetişmişti. Çünkü, haberleşme araçlarının çok zayıf olduğu bir çağda desenle paralar yönetim ile imparatorluğun çeşitli bölgelerine dağılmış halk arasında en iyi iletişim aracıydı. Tedavüle çıkarılan altın, gümüş ve bronz Roma sikkelerinin desenleri çok dikkatle seçilir ve sık sık da değişikliğe uğrardı” (Colledge, 1982, s.58).

“ Roma imparatorluk darphanesinin, imparatorluğun neredeyse tüm altın sikke ihtiyacını; giderek önce batıda daha sonra doğuda egemen olan gümüş sikke ihtiyacını ve principatus döneminin başlarından itibaren de imparatorluğun batısındaki adi metalden sikke ihtiyacını karşılıyordu. Böyle bir merkeziyetçilik sisteminin korunmuş olması, Roma ekonomisi içindeki muhtemel külçe ve sikke transferlerinin derecesi için çarpıcı bir kanıtıdır” (Howgego, 1988, s.118).


KAYNAKÇA

1. AKURGAL, Ekrem.
1993 ANADOLU UYGARLIKLARI
Turistik Yayınlar Sanayii ve Ticaret
A.Ş., 4. Baskı. İSTANBUL
2. COLLEDGE, Malcolm.
1982 ROMA SANATINI TANIYALIM
Anka Ofset Basımevi
İSTANBUL

3. DEMİRCİOĞLU, Halil.
1993 ROMA TARİHİ
Türk Tarih Kurumu Basımevi, 3. Baskı, ANKARA
4. HOWGEGO, Christopher.
1988 SİKKELERİN IŞIĞINDA ESKİÇAĞ
TARİHİ
Çev: Oğuz Tekin, Homer Kitabevi.
5. TURANİ, Adnan.
1995 DÜNYA SANAT TARİHİ
Remzi Kitabevi, 3. Baskı.
Back to top Go down
https://arkadasim.forum.st/
 
Roma Uygarlığı
Back to top 
Page 1 of 1

Permissions in this forum:You cannot reply to topics in this forum
BİLGE FORUM - Forum Bilge :: Lise Ödev Kaynakları :: Tarih Ödevleri-
Jump to: